Bahçeli'den Selahattin Demirtaş açıklaması: Tahliyesi hayırlı olur

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin TBMM grup toplantısında açıklamalarda bulundu.  

DEMİRTAŞ AÇIKLAMASI

Bahçeli, grup toplantısı sonrası gazetecilerin Selahattin Demirtaş sorusuna ise "Tahliyesi Türkiye için hayırlara vesile olacaktır" cevabını verdi. 

GRUP TOPLANTISINDA ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR

Bahçeli'nin açıklamalarından satır başları:

MHP olarak nefes alır gibi çalışıyor, milletimizin her insanına gönlümüzü açıyoruz. Siyasi faaliyetlerimizi adanmış yüreklerimizle sürdürüyoruz. 

9 Ağustos 2025 tarihinden 27 Eylül 2025 tarihine kadar, 9 ayrı bölge toplantısını başarıyla gerçekleştirdik. 

Terörsüz Türkiye Milli Birlik ve Dayanışma toplantılarıyla halkımızın nabzını tuttuk. Çelişki içine düşen vicdanları tatmin ve teskin ettik.

Sorunlar yumak yumak olsa da gene biz varız milletimizin hizmetindeyiz. Biz Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakıyız.

Hiç kimseyi dertleriyle baş başa bırakmayız. Gerekirse yağan kar bile olsa sevdamızla karın ve tipinin önüne geçeceğiz. Devamlı ifade ettiğim üzere siyasetimizin öznesi insandır, nesnesi devlettir, cümlesi de millettir. Derdin derdimizdir sohbet toplantılarımızda yer alan siz değerli milletvekillerimize, bütün dava arkadaşlarımıza en içten teşekkürlerimi iletiyorum. Allah sizleri var etsin, başarınız daim olsun. 

SUDAN'DAKİ KATLİAM

Dünya yeni bir ortaçağ kapanına sıkışmış vaziyettedir. Coğrafyaların tansiyonu kaygı verici seviyededir. Sudan ordusuyla çatışan hızlı destek kuvvetlerinin sivillere karşı uyguladığı şiddet ve zulüm tek kelime ile katliamdır. Maruz kaldıkları vahşet, Gazze'yi aratmayacak düzeydedir. Sudan'da işlenen insanlık suçlarını kınıyorum.

GAZZE'DEKİ SOYKIRIM

Hatırlarsanız, 14 Ekim 2025 tarihli Meclis Grup Toplantımızda şöyle konuşmuştum:

“Gazze Şeridi’nde 738 gün boyunca devam eden şiddet ve dehşet, 9 Ekim 2025 tarihinde kısmen son bulmuş, nihayet İsrail ile Hamas arasında ateşkes rejimi 10 Ekim 2025 tarihinden itibaren tesis edilmiştir.”

Asıl mesele, yapılan ateşkes anlaşmasının sahadaki uygulanması ve çatışan tarafların taahhütlerine, imzalarına sadık kalmasıdır. Ancak İsrail’in güven vermeyen askerî ve politik tutumu karşısında, tedbirli ve ihtiyatlı hareket etmek kaçınılmaz bir gerekliliktir.

Geldiğimiz bu aşamada, Mısır’da yapılan zirvenin ve alınan kararların İsrail tarafından çiğnendiği açıkça görülmüştür. İsrail, soykırım sürecini alçakça sürdürmüş, sivil yerleşim yerlerini yeniden vurmuştur. Geçici ateşkese riayet etmeyen, masumları katletmekten vazgeçmeyen İsrail; sözüne, imzasına, taahhütlerine ve vaatlerine itibar edilmeyecek bir ülke olduğunu bir kez daha tescillemiştir.

Ateşkes kararını uydurma gerekçelerle ihlal eden siyonist eşkıyalık, dur durak bilmeden kanlı operasyonlarını ilerletmekte ve çıtayı her defasında yükseltmektedir. Şu rezalete bakınız: Ateşkes kararının alınmasından bugüne kadar, çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere 254 savunmasız insan hayattan koparılmıştır.

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı’nın, Gazze’deki ateşkesle ilgili “kırılgan değil, çok sağlam” ifadeleri ise gerçeklerle bağını koparan, hayal âlemine dalmış, keyfî ve tarafgir bir siyasetçinin bitmek bilmeyen hezeyanlarıdır. Madem ateşkes kırılgan değildir. Soykırıma devam eden deccal ülkenin saldırıları nasıl izah edilecektir.

"MHP HEYETE KATILMAYA HAZIRDIR"

Bir kez daha ve ısrarla söylemem gerekirse; Meclis’te kurulan komisyondan seçilecek milletvekillerinin İmralı’ya giderek ilk ağızdan, doğrudan ihtiyaç duyulan mesajları alması süreci çok daha güçlendirecektir.

Milliyetçi Hareket Partisi, böyle bir heyete katılmaya hazırdır. Korkuya, kaygıya, çekinmeye veya çelişkiye düşmeye gerek yoktur. Bugüne kadar İmralı, sözünü tutmuş ve yaptığı açıklamaların arkasında durmuştur.

Nitekim 27 Şubat “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısının ardından yaşanan gelişmelere dikkatle bakıldığında, ne demek istediğimiz gayet berrak bir şekilde fark edilecektir.

En son olarak, 26 Eylül 2025 tarihi itibarıyla bir grup militanın ülkemizden ayrılması ve müzahir örgütün tamamen çekildiğini duyurması; huzur ve güven ortamının güçlenmesi hedefinde kayda değer gelişmelerin tezahür ettiğini açıkça göstermektedir. Umutlu olmamız, gelecekten heyecan duymamız için pek çok sebebimiz vardır ve hepsi ortadadır.

PKK’nın, başka bir cinayet ve melanet bedenine girerek varlığını sürdürmesi; “Terörsüz Türkiye” ve “Terörsüz Bölge” hedefiyle bütünüyle çelişecektir. Türkiye’mizin ve Suriye’nin siyasi ve toprak bütünlüğüne yönelik oluşabilecek yakın tehlikenin birebir takibiyle birlikte, sahada önüne geçilmesi akut bir ihtiyaç olarak karşımızdadır.

"CUMHUR İTTİFAKI'NIN BİRLİĞİ HER TÜRLÜ FİTNENİN ÜZERİNDEDİR"

Şunu da herkesin bilmesinde yarar görüyorum: Milliyetçi Hareket Partisi ile Cumhur İttifakı arasında “Terörsüz Türkiye” hedefi etrafında ne bir görüş ayrılığı ne de siyasi bir ihtilaf söz konusudur.

Ne var ki, Cumhur İttifakı’nda sürekli kriz varmış gibi gösterenler, “çatlak var” demekten bıkmadılar; “çerçeve kırıldı”, “kopuş olacak”, “bitti, bitiyor” yalanlarından hiç vazgeçmediler.

Biz çeliğe su verdikçe, biz vatan ve millet aşkında tek yürek oldukça; Cumhuriyet Halk Partisi’nden diğer muhalefet partilerine, yarım porsiyon akıl sahiplerinden fikri saplantı içinde sarkaç gibi gidip gelen yorumculara, bir kısım köşe yazarlarına ve sosyal medya tetikçilerine kadar uzanan niyet okuyucuları papatya falı açar gibi konuşmaktadır.

Çünkü 15 Temmuz’un karanlık gecesinde kutup yıldızı misali parlayan, meydanlarda anıt gibi duran böylesi ahlaki ve faziletli bir siyasi ittifaka; onların bünyeleri alışkın değildir, akılları da bunu almamaktadır.

Ne yaparlarsa yapsınlar, ne söylerlerse söylesinler; Cumhur İttifakı’nın birliği, dirliği ve kararlılığı her türlü iftiranın, yalanın ve fitnenin üzerindedir.

29 EKİM RESEPSİYONU TARTIŞMALARI

29 Ekim'de Anıtkabir’e gitmememizin nedeni, insani bir hâlden kaynaklanmış olamaz mıydı? O gün için özel bir durumla muhatap kalmamızın ihtimali tamamen dışı mı?
Belki de yaşananları, kimin kiminle iş çevirdiğini, ne söylediğini, kafasının içindeki spekülasyonları görmek bakımından bir turnusol kâğıdı gibi; bir imtihan vesilesi, bir test süreci, bir öğrenme fırsatı olarak görmüş ve düşünmüş olamaz mıyız?

Anıtkabir’e gidemedik, peki resepsiyona katılsaydık bu defa da “Anıtkabir’i protesto ettiler” diye takdim edilmeyecek miydik?

Anıtkabir’deki törene gitmeyip resepsiyona katılmak ne kadar doğru, dengeli ve isabetli bir davranış olarak değerlendirilirdi?

Peki Anıtkabir’e gitmeyip de koşa koşa resepsiyona katılanları, boy boy fotoğraflarını servis edenleri görmemek ayıplı ve asimetrik bir çifte standart değil midir?

Ben az söyledim; tezvirata ve tefrikaya yatırım yapan grup çok anlasın.