Gerçekten de Karadeniz doğusu, ortası ve batısı ile güzellikleri saymakla bitmeyen nadide bir bölgemiz. Geçenlerde Gözleri Karadeniz dizisinin çok güzel yerleri ekrana taşıyarak Rize’nin tanıtımına çok büyük katkısı olduğundan bahsetmiş ve tekrar Rize’ye gitme istediğim oluştu diye yazmıştım.
Gözleri Karadeniz dizisinin başkarakterleri ile Rize de bir lokantada karşılaşıp selamlaştık. Karadeniz’e dair ne düşündükleri üzerine sohbet etmek isterdim fakat o an için ortamım müsait değildi sadece selamlaşma ile yetindik. Dizi Rize de çekildiği için sadece Rize’nin tanıtımına değil ekonomisine de katkı veriyor.
İzlemeyenler için söyleyeyim Gözleri Karadeniz dizisi bölgenin bütün güzelliklerini müthiş bir görsel şölen ile izleyiciye sunuyor. Ben de bu dizi sayesinde çok güzel yerler öğrendim ve fırsat buldukça gezip görmek istiyorum.
Bu seyahatimde Pazar ilçesine bağlı 8 km uzaklıkta bir dağ köyünde bir aile işletmesine misafir oldum. Müthiş manzarası ve yemekle bitmeyecek kadar geniş kahvaltı menüsü ile tarifi mümkün olmayan otantik bir ortam ile karşılaştım.
Turizm okumuş bir genç ATV ile anayolda karşıladı, peşine takıldım mekanına çıktık ve güzel bir sohbetimiz oldu. Asıl sohbetimizi sabah kahvaltıyı hazırlayan annesi ile ettik. Yurdum insanı zaten güzel fakat Karadeniz insanı ayrı bir güzel.
Yöre halkının şivesi ile Karadeniz de anne olmanın zorlukları ve sorumlulukları üzerine konuştu. Memlekete ve millete dair çok ilginç tespitleri ve eleştirileri oldu. Biraz da sitemi oldu yöneticilere fakat muhalif bir bakış açısıyla değil. Aşağıda yazdıklarım ismini bile bilmediğim eli öpülesi anneye ait.
“… biz ne şartlarda ve ne yokluklarla ama hep çalışıp mücadele ederek büyüdük. Bizim kuşak insanı hiç boş durmaz sürekli bir şeyler yapar. Biz, televizyon izlerken bile el işi yaparız. Her şeyin kıymetini biliriz. Nenem hep derdi ki; ‘kadının bir eli evinde hırsız olacak!’ biz de öyle olduk.” deyince sözünü kestim ve bu sözden neyi kastettiğini sordum.
“Yarınlar ve kötü günler için bir elin iki şeyden birini kenara saklaması gerekir.” diye cevap verdi ve devam etti, “Şimdiki gençler çok tembel, hiçbir iş yapmak istemiyorlar ve sürekli şikayet ediyorlar. Ne 3 bin lira yevmiye ile çay toplatabiliyoruz ne de yarıya toplatabiliyoruz. Yarıya dediysek yarı yarıya değil ha: üçte biri mal sahibine üçte ikisi de çayı toplayana. Şuanda çay bahçelerinde çayların yarısı maalesef toplanamadı. Çaylar bahçede kaldı. Yakında dörtte birine bile toplatamayacağız. Oysa çay çok güzel para kazandırıyor. Herkes ya kolay iş istiyor ya da çalışmadan hayatını sürdürmek istiyor. Bakın ben bu yaşımda bile çalışıyorum. Bu gençlere bugün belki anneleri babaları destek veriyor ve hayatlarını sürdürüyorlar fakat yarın anne baba ölünce halleri ne olacak hiç düşünmüyorlar. Yarın büyükşehirlerde hayat zorlaşacak ve herkes köyüne geri dönecek. O zaman toprak daha kıymetli olacak. Bir de devlet millete gereksiz para verip onları tembelliğe alıştırıyor. Anne babasına bakıyor diye para veriyor, engelli evladına bakıyor diye para veriyor böyle şey olur mu? Hele engelli araçlarından engelli işaretini kaldırmak nasıl bir iş? Hem engelli diye araçtan vergi almayacaksın hem de engelli işareti rencide ediyor diye kaldıracaksın. Böyle şey olur mu? Bu uygulamayı hep kaldıracaksın…” dedi.
Ablamızın haklı olduğu yönler var fakat gençlerimizin hepsini aynı kefeye koymak haksızlık olur. Görüyoruz, izliyoruz ve gurur duyuyoruz bazı gençlerimiz zehir gibi maşallah. Bir de bizim çocukluğumuz ve gençliğimiz ile bugünkü durumu kıyaslamak ne kadar doğru olur bilemiyoruz.
Eskiler, “Kimse sınanmadığı günahın masumu değildir.” demiş. Belki de bugünkü imkanlar ve ortam bizim gençliğimizde olsa bizlerde hayata farklı bakabilirdik.
