2025 yılının Ramazan Bayramı’nda, yıllardır gönlümde büyüyen bir arzu nihayet gerçekleşti: Şanlıurfa’yı ziyaret etmek nasip oldu. Bu kadim şehrin adını ne zaman duysam içimde tarif edemediğim bir çekim hissederdim. Sanki çağrıldığım bir yerdi; sanki geçmişin sesleri beni yollara düşürmek için sabırsızlanıyordu. Bayram sabahının ilk ışıklarıyla birlikte Urfa’ya adım attığımda, şehrin üzerindeki manevi örtünün insanın ruhuna sessizce sızdığını hissettim.
Şehir, ilk bakışta bana görkemli bir tarih sunarken, aynı anda yorgun ve bakımsız bir yüzünü de gösterdi. Sokakların temiz olmaması, çöplerin yer yer birikmesi, modern bir şehrin olması gereken düzenin eksikliği beni hem şaşırttı hem de üzdü. “Bu kadar kıymetli bir şehir neden böyle bırakılmış?” sorusu zihnimin bir köşesine çakılı kaldı.
Hz. İbrahim (a.s.) Makamı: Tevhidin Önünde Eğilen Zaman
Ziyaretimin ilk durağı, Hz. İbrahim’in (a.s.) makamıydı. Hz. İbrahim'in (a.s.) ateşe atıldığı yerin hemen yanı başında yükselen bu mübarek mekan, sanki insanı çağlar ötesine götüren bir kapıydı.
O dar koridora doğru yürürken bedenim dünya toprağı üzerindeydi ama ruhum başka bir zamana aitmiş gibi hissettim. Makamın önünde durduğumda, içime büyük bir sükûnet doldu. Burada yalnızca taşlar, duvarlar ve tarih yoktu; burada sabrın, teslimiyetin ve adanmışlığın kokusu vardı.
Kendi kendime “Bir imanın ateş karşısındaki duruşu insanlığa ne kadar güç veriyor” diye düşündüm. Adeta kalbimle temas eden bir huzur hissiyle oradan ayrıldım.
Hz. Eyüp (a.s.) Makamı: Sabırla Yoğrulan Bir Dua
Şehrin sessiz bir köşesinde yer alan Hz. Eyüp (a.s.) Makamı, insanın kendi iç dünyasıyla baş başa kaldığı bir yer… Çile, sabır, tevekkül… Bu makamda her şey bu üç kelimeye dönüyor.
Hz. Eyüp’ün (a.s.) yıllarca süren hastalığına rağmen ALLAH'a (c.c.) olan teslimiyetini hatırladıkça, insan kendi sıkıntılarını ne kadar büyüttüğünü fark ediyor. Makamın içindeki hafif buhur kokusu, dışarıdaki rüzgârın duvara çarpıp çıkardığı hışırtı, ziyaretçilerin sessizce ettiği dualar… Hepsi birleşince insanın kalbinde derin bir dinginlik bırakıyor.
Oradan ayrılırken aklımda tek bir cümle vardı:
“Sabır, insanın en ağır imtihanlarda bile koruduğu en büyük hazine.”
Balıklıgöl: Efsanelerin İçinde Saklı Bir Huzur
Şanlıurfa denince elbette Balıklıgöl’ü anmadan olmaz. Gölün etrafını saran tarihi dokunun içinde yürürken, sudaki balıkların ahenkli hareketleri adeta bir hikâyeyi fısıldıyordu. Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı yer burasıdır; ateşin suya, odunların balıklara dönüştüğü mucizenin mekânı…
Bayram olmasının verdiği kalabalığa rağmen Balıklıgöl’de garip bir tenhalık hissediliyordu. Sanki herkes sessizce bir mucizeyi seyreder gibi davranıyor, her adım bir saygıdan ibaret oluyordu.
Göle baktığım her anda, tarihin bir kez daha canlandığını hissediyordum.
Harran Evleri: Kadim Zamanların Sessiz Tanıkları
Şanlıurfa ziyaretim, Harran’a uğramadan elbette tamamlanamazdı. Kubbeli konik evleriyle ünlü Harran, başka bir dünyaya açılan kapı gibiydi. Yol boyunca düz ova, gökyüzüyle neredeyse birleşiyor; ufuk çizgisi sonsuzluğa uzanıyordu.
Harran evlerinin önünde durduğumda, insan burada zamanın akmadığını anlıyor. Sanki her taş, her duvar geçmiş çağlardan bugüne sessizce taşınmış bir hafıza…
Konuştuğum yöre halkının anlattığına göre bu evlerin mimarisi, yaz sıcağını hapsedip içeriye serinlik veren özel bir yapıya sahip. İçeri adım attığımda bu serinlik yüzüme hafif bir esinti gibi çarptı. O an, binlerce yılın insan emeğini, yaşam kültürünü ve sabrını düşündüm.
Harran’da adımlarımı yavaşlattım. Çünkü burası yürüyerek değil, hissederek gezilmesi gereken bir yerdi.
2025 Ramazan Bayramı’nda yaptığım Şanlıurfa ziyareti, bir şehir gezisinden öte, bir iç yolculuktu. Hz. İbrahim’in (a.s.)teslimiyeti, Hz. Eyüp’ün (a.s.) sabrı, Balıklıgöl’ün mucizevi sessizliği ve Harran’ın kadim bilgeliği… Hepsi bana insanın hem geçmişine hem geleceğine dair bir şeyler fısıldadı.
Bu kadim şehrin sanırım en büyük eksikliği kendini yeteri kadar tanıtamaması olsa gerek.
Şanlıurfa’nın sokaklarında dolaşırken, büyüleyici tarihi ve manevi atmosferiyle; temizliğin, düzenin ve tanıtımın eksikliği arasındaki çelişki her adımda karşıma çıktı. Oysa bu şehir, sadece Türkiye’nin değil, dünyanın tanıması gereken bir miras taşıyordu.
Ama nedense bu miras, doğru anlatılmadığı için gölgede kalmış gibi.
Gerekli özen gösterilse, doğru turizm politikaları uygulansa, Şanlıurfa’nın dünya çapında bir cazibe merkezi olabileceği kaçınılmaz.
Bu şehirde daha çok gezilecek yerler var. Nasipse bir sonraki sefere inşallah...
